“Sorunun değil, çözümün parçası ol” boş sözü

Bu kavram insanda olumlu duygular oluşturan bir kavramdır. Fakat bir yönüyle anlamsız, bazı yönleriyle de yanıltıcı bir kavramdır. En iyisinden “elini taşın altına koymak”ın başka türlüsü olarak olumlanabilir.

Biraz çözümlemeye çalışalım. Sorunun parçası olmak ne demektir? Sorundan yana olmak, sorun yaratmak istemek olabilir mi? Umarım bu değildir; çünkü sorun yaratmak istemek niyetle ilgili bir şeydir. Niyeti sorun yaratmak olana bu sözü söylemek temelde anlamsızdır. En iyimser olasılıkla, niyeti açığa çıkarmak için kullanılabilir. Bu konuda da ne kadar yeterlidir, bilemem.

“Araştırılıp öğrenilmesi, düşünülüp çözümlenmesi, bir sonuca bağlanması gereken durum”un* parçası değilseniz aslında sizin için sorun da yoktur. Sorun başkası için geçerli olsa bile araştırıp öğrenme, düşünüp çözme, bir sonuca bağlama gereği duyduğunuzda o işin (sorunun) bir parçası olmaz mısınız? Yani aslında sorun ve çözüm birbirlerini dışaran değil içeren kavramlardır. Çözüm kaygısı, çözüm arayışı, çözüm beklentisi yoksa sorun da yoktur. Çözüm için devreye girdiğiniz anda sorunla yüz yüzesinizdir; çözüme eriştiğinizde de çözümle… Eğer bu yüz yüzeliği, karşılaşmayı; karşı karşıya olduğunuzun parçası olmak olarak görüyorsanız çözümün parçası olduğunuz kadar sorunun da parçası olmuş oluyorsunuz. Bu durumda da “sorunun değil, çözümün parçası olma”yı seçme şansınız yoktur. Fakat bunu seçtiğinize inanmak size iyi geliyorsa karar sizin…

Buraya kadarı işin kavramsal düzeydeki karşılığıdır. Bunun bir de politik karşılığı vardır. Düzenin sürmesinden yararı olanlar ya da yararı olduğuna inananlar bu tür düzmece ya da boş kavramlaştırmaları severler. “Sorun neredeyse düzeltelim; bu iyileştirmeleri ne kadar çok yaparsak o kadar iyi bir duruma geliriz”in propagandasını çok değişik biçimler altında yaparlar. “Sorunun değil, çözümün parçası ol” yaklaşımı da bu propaganda araçlarından biridir. Sonuçta, “şikayet eden, sızlanan biri olacağına, işin bir tarafından tut, kardeşim”in güzel bir anlatımını oluşturduğuna inandıkları bu deyimden yararlanmaya çalışırlar… Değişmez olarak sunulanları denklemden çıkarmayı ya da değişken olabileceklerini gözetecek paradigma değişikliklerini engellemedikçe, günlük yaşamımızı iyileştirecek adımları atmaktan geri durmak çok anlamlı değildir. O nedenle, iyileştirmeci yaklaşımlarla birlikte yol almaya rıza gösterebiliriz. Fakat iletişimi bozan, anlam dünyamızı zayıflatan, kavramların içinin boşalmasına yol açan yaklaşımlara karşı kayıtsız kalmamalı, bunlara izin vermemeliyiz. Çünkü, sınıfsız toplumu olanaklı kılacak istenç; büyük ölçüde, anlam dünyamızın iç tutarlılığıyla biçimlenecektir…

* “sorun”un Güncel Türkçe Sözlük’teki karşılığı (https://sozluk.gov.tr/)

Reklam

Sayısal araçların en önemlisi!

Hanidir bedenimizi tamamlayan sayısal bir organımız var… O kadar çok işi onunla yapar hale geldik ki gerçekten bir parçamız ya da bir uzantımız oldu. Kendisiyle bütünlendiğimiz bu araca “cep telefonu” demeyi bırakıp başka bir ad vermek gerekmez mi?

Bu konunun iki boyutuyla tartışılmasını sağlamaya çalışacağım. Biri, cep telefonunun artık başka nelerin yerine geçtiğinin bir listesinin çıkarılması. İkincisi, artık bir telefondan çok fazla bir şey olan bu araca ne denmesi gerektiği…

Bu tartışmaları yalnız Türkçede yapmak da yetmez. En azından İngilizcesi için de yapmak gerekir. Ayrıca, diğer dillerdeki karşılıklarını gözetmek de iyi olur.

En baştaki tanımları aslında biraz da yönlendirmek için yaptım. Bana en yakın duran ad: Sayısal Uzantı. Bu aslında biraz uzun. Fakat cep telefonu da pek öyle kısa bir ad değil. Aralarında iki karakter fark var: 12’ye 14. Sayuz diye kısaltsak nasıl olur diye de düşündüm. Olabilir aslında. Fakat bizim insanımız, hele günümüz sosyal medyasıyla biçimlenmiş haliyle, hemen işin dalgasına zıplayacaktır. En başta önerilecek olanların hızla tüketileceğine inanıyorum. O nedenle, biraz geride durup bakmakta yarar var.

Sayısal uzantı adı aracın hakkını veriyor. Uzunluğu da “uzantı”nın düşmesiyle çözülebilir gibi: “Sayısal”. Nitekim “cep telefonu”nun kısaltılmışı da ilk sözcük: Cep. “Cep”le neredeyse sorun yaşamadı insanımız. Akıllandıktan sonra da adı değişmedi; gene “cep”. Fakat artık biliyoruz ki o “akıllı”. O akıllandığında biz de akıllansaydık belki kestirmeden “akıllı” deyip sorunu çözebilirdik. Bu seçenek hala var : )

“Sayısal”ı ad olarak kullanmanın bir sıkıntısı loto olarak kullanımının da olması. O nedenle, “akıllı” daha akılcı bir seçenek gibi duruyor. Fakat cümle içindeki kullanılışları biraz sorunlu durabilir. Gerçi “cep” daha fazla soruna aday olmasına karşın, kimse dert etmeyince, alıp başını gitmişti. Aslında “cep“e -telefon olarak algılanması bu kadar yerleşmiş olmasaydı- hiç dokunmamak da iyi olabilirdi. Fakat cepteki telefon algısını ondan eksiltmek sanırım olanaksız.

Şöylesi daha mı iyiydi yoksa: Uzantıyı düşüreceğimize “Sayısal Uzantı”dan bile isteye, baştan sayısalı mı düşürsek: Uzantı… Gerçekten de bir uzantımız, yaşadıklarımıza bakınca. Hem de eklenecek yeni yeteneklerle birlikte daha da güçlenecek olan bir uzantı… Kişisel olarak bunu kullanmayı yeğlerim.

Belli mi olur; önerilerin ortaya çıkmasını özendirdiğimizde bambaşka bir şey fırlayıp öne geçebilir ve belki yüzlerce şeyin yerine geçen bu aracın “telefon” olarak adlandırılması döneminin kapanmasını sağlayabilir.