Okuyoruz ve Paylaşıyoruz

ODTÜ mezunlarının Ankara’da ve İstanbul’da Dernekler aracılığıyla sahip oldukları birer Edebiyat Kulübü var:

Ankara’da https://www.odtumd.org.tr/edebiyat-kulubu/

İstanbul’da https://odtumist.org/topluluklar/edebiyat-kulubu/ 

Belki başka kentte de vardır. Bu kulüpler belli aralıklarla bir araya gelerek seçtikleri kitaplar üzerine söyleşiyorlar. Her iki dernek de bu kulüplerde çok sayıda mezunu bir araya getiriyor. Mezunlar, okudukları kitaplarla ilgili değerlendirmeleri derneklerinin yayın organlarında da paylaşıyorlar. 

Oxford mezunları, kitap okumada daha kapalı bir yöntemi kullanıyor. Kitap Kulübü diye bir şey kurmuşlar:  https://www.alumni.ox.ac.uk/book-club. Bir e-posta listesi üzerinden, birlikte seçtikleri bir kitap üzerinde 2 aylık dönemlerde yazışıyorlar. Kitap Kulübünü, hiç bir araya gelmeden, bir moderatör desteğiyle yazışarak sürdürüyorlar ve mutlu görünüyorlar. Kulübün, mezunların iletişimini geliştirdiğini söylüyorlar.

Bizde yeni bir şey çıktı: Türk Dili Bölümünden, Sibel Yılmaz Hoca ve ilgili öğrenciler “Okuyoruz Hocam” adlı bir YouTube kanalı açtılar. Gördüğüm kadarıyla her hafta bir öğrenciyle bir kitap üzerine konuşuyorlar. 6 kitap üzerine yaptıkları yayının ilgi gördüğüne inanıyorum. Geçen hafta sonu sosyal medyada paylaştım; işe yaradı sanıyorum. 200 abone 3 günde 250’nin üzerine çıktı. Derneklerin Edebiyat Kulübü üyelerine de erişilebilirse sayının çok hızlı artmasını beklerim. 

“Okuyoruz Hocam” çok yalın ve etkili bir kanal olmuş. Mezunların okuma etkinlikleri ile birlikte etkileşimli ve birbirini besleyen daha geniş bir ortamın üretilebileceğini düşünüyorum. Beklediğim şey şu: Edebiyat Kulüpleri de kendi kanallarını kursalar, hatta kurgusal olmayan kitapları da kapsayan bir kanal da olsa örneğin. Her bir kanal farklı bir biçimde tasarlanabilir. Önemli olan; insanların ilgisini çekip yoğunlaştırabilmesi. Sonra tüm bu kanalları bir güncede birleştirsek. Her birinin haberini bu güncede paylaşsak. Böylece, tüm dünya üzerindeki ODTÜlüler olarak; neleri okuduğumuzu ve okuduklarımızı nasıl değerlendirdiğimizi hem birbirimizle hem de toplumla paylaşmış oluruz. Bakarsınız içimizden birileri de bu paylaşım ortamını daha etkili kılacak güncel araçlar geliştirirler : )

Reklam

“Kör kuyular”

Önce şunu söylememde yarar var. Çok sevdiğimi düşünmeme karşın edebiyat, sinema, müzik başta olmak üzere sanatın birçok dalından fazla etkilenmeden yaşayıp gidiyorum. Okuduklarımı, izlediklerimi hızla unutup günlük yaşamın hayhuyuna dönüyorum. Böylece onlar da hayhuya karışmış oluyorlar. Dinlediklerimin bazıları, zaman zaman sözleri ya da melodileriyle kafamda yinelenerek bendeki konukluklarını uzattıkları olur. Fakat onları da çabuk unuturum. Şu farkla ki, yeniden karşılaştığımda daha kolay anımsarım. Fakat hepsi bu kadar.

Hasan Ali Toptaş’ı “Bin Hüzünlü Haz” ile tanımıştım. Çok oldu. Öykü neredeyse bende hiçbir iz bırakmadı. Okurken güzel geldiğini anımsıyorum. Cümleleri oluşturan sözcüklerin seçiminden çok etkilendiğimi bir de. Kitabı kaldırıp koyduğum yeri de anımsamıyorum.

Bir gün Alev’in önerisiyle Toptaş’ın yazdığı bir çocuk kitabını almıştım. Onu da, ele aldığı olguları bilimsel olarak tutarlılıkla sunamadığı düşüncesiyle kapattığımı anımsıyorum. Öyle kaldı.

Sonra “kör kuyular”ın haberini gördüm ve Toptaş’la yapılan bir söyleşiden etkilenerek internet kitapçılarından birinden “Beni Kör Kuyularda”nın siparişimi verdim. Kitaplar geldiğinde Hasan Ali Toptaş’ın kitabının kapağındaki bir reklam cümlesiyle irkildim. Dedim ki “Frankfurter Allgemeine Zeitung da Zaytung herhalde!”

“Sadece Hasan Ali Toptaş okumak için bile Türkçe öğrenmeye değer.” Yani, diyelim biri bu cümleyi etti; artık niyeti her neyse… Fakat kendi içinde tutarlı bir insan bu cümleyi kitabının kapağına nasıl koyar diye dertlendim. Dilin de önüne geçmeyi üstlenen birini nereye koyacağımı şaşırdım. Bu büyük üstlenimin karşılığını biraz daha yakından görmek için okuma önceliğini de bu kitaba vermiştim. Okudum. Bende “Zeitung” gölgesi altında oluştuğuna inandığım etkisi şu oldu: “Okudunuz, gördünüz; bir göztaşının peşine basit kitlesel eğilimleri fazla yorumlamadan eklediğinizde bile insanları etkileyebilirsiniz” demiş bize…

Ben, okuma gerekçemin farklı olduğunu varsayarak, ‘yemediğimi’ düşünüyordum. Fakat gördüm ki sizi de beni de “göztaşı meraklıları” arasına katmış. Bundan sonra yazmasa da olur…

Sayısal araçların en önemlisi!

Hanidir bedenimizi tamamlayan sayısal bir organımız var… O kadar çok işi onunla yapar hale geldik ki gerçekten bir parçamız ya da bir uzantımız oldu. Kendisiyle bütünlendiğimiz bu araca “cep telefonu” demeyi bırakıp başka bir ad vermek gerekmez mi?

Bu konunun iki boyutuyla tartışılmasını sağlamaya çalışacağım. Biri, cep telefonunun artık başka nelerin yerine geçtiğinin bir listesinin çıkarılması. İkincisi, artık bir telefondan çok fazla bir şey olan bu araca ne denmesi gerektiği…

Bu tartışmaları yalnız Türkçede yapmak da yetmez. En azından İngilizcesi için de yapmak gerekir. Ayrıca, diğer dillerdeki karşılıklarını gözetmek de iyi olur.

En baştaki tanımları aslında biraz da yönlendirmek için yaptım. Bana en yakın duran ad: Sayısal Uzantı. Bu aslında biraz uzun. Fakat cep telefonu da pek öyle kısa bir ad değil. Aralarında iki karakter fark var: 12’ye 14. Sayuz diye kısaltsak nasıl olur diye de düşündüm. Olabilir aslında. Fakat bizim insanımız, hele günümüz sosyal medyasıyla biçimlenmiş haliyle, hemen işin dalgasına zıplayacaktır. En başta önerilecek olanların hızla tüketileceğine inanıyorum. O nedenle, biraz geride durup bakmakta yarar var.

Sayısal uzantı adı aracın hakkını veriyor. Uzunluğu da “uzantı”nın düşmesiyle çözülebilir gibi: “Sayısal”. Nitekim “cep telefonu”nun kısaltılmışı da ilk sözcük: Cep. “Cep”le neredeyse sorun yaşamadı insanımız. Akıllandıktan sonra da adı değişmedi; gene “cep”. Fakat artık biliyoruz ki o “akıllı”. O akıllandığında biz de akıllansaydık belki kestirmeden “akıllı” deyip sorunu çözebilirdik. Bu seçenek hala var : )

“Sayısal”ı ad olarak kullanmanın bir sıkıntısı loto olarak kullanımının da olması. O nedenle, “akıllı” daha akılcı bir seçenek gibi duruyor. Fakat cümle içindeki kullanılışları biraz sorunlu durabilir. Gerçi “cep” daha fazla soruna aday olmasına karşın, kimse dert etmeyince, alıp başını gitmişti. Aslında “cep“e -telefon olarak algılanması bu kadar yerleşmiş olmasaydı- hiç dokunmamak da iyi olabilirdi. Fakat cepteki telefon algısını ondan eksiltmek sanırım olanaksız.

Şöylesi daha mı iyiydi yoksa: Uzantıyı düşüreceğimize “Sayısal Uzantı”dan bile isteye, baştan sayısalı mı düşürsek: Uzantı… Gerçekten de bir uzantımız, yaşadıklarımıza bakınca. Hem de eklenecek yeni yeteneklerle birlikte daha da güçlenecek olan bir uzantı… Kişisel olarak bunu kullanmayı yeğlerim.

Belli mi olur; önerilerin ortaya çıkmasını özendirdiğimizde bambaşka bir şey fırlayıp öne geçebilir ve belki yüzlerce şeyin yerine geçen bu aracın “telefon” olarak adlandırılması döneminin kapanmasını sağlayabilir.

Sözcükler için “kötü örnek” örnekleri – örgüt

“Birlikten kuvvet doğar” der atasözümüz. Sözlüğümüz de şöyle açıklar: “toplu veya beraber davranmak daha büyük güç sağlar.”
Bu birliğin aracını adlandırmak için de günün birinde örgüt demişiz. Sözlüğe de şöyle girmiş:

örgüt
a. 1. Ortak bir amacı veya işi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş kurumların veya kişilerin oluşturduğu birlik, teşekkül, teşkilat: “Örgütteki dosyası da çoktan dürülmüştü.” -T. Buğra. 2. Bir kuruluşa bağlı alt bölümlerin bütünü.
Güncel Türkçe Sözlük 

Örgütlerden ve örgütlenmekten çekinen, korkan bir toplum olmamızın tarihsel-kültürel etkenlerinin sözlükteki örneğe kadar ulaşması aslında korkunç bir şeydir. Sözcüklerimizin anlamlarını yitirmesine göz yummamız da öyle…

Ortak bir amacı ya da işi gerçekleştirmek için bir araya gelenlerin oluşturduğu birliğe örgüt dedik. “örgüt” sözcüğünü -en azından- bir örnekle bir tümcede kullanalım ki sözcüğün anlaşılmasını kolaylaştıralım; anlaşıldıysa pekiştirelim. Nasıl örnekler verebiliriz?

“Çalıştığımız işyeri bir örgüttür.”
“Köylerinden uzakta yaşadıkları İstanbul’da birbirleriyle dayanışmak için bir örgüt kurmaya karar verdiler.”
“Derneğimiz; ülkenin ‘çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkması’ ülküsüyle çalışan bir örgüttür.”
“Ülkemizdeki en üst örgüt ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.”
“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının örgüt şeması sorumlulukların ve görev dağılımının genel görünümünü yansıtır.”
“Kuruluş amacıyla çelişen davranışları nedeniyle örgütten uzaklaştırılmasına karar verdiler.”

Yukarıdaki örneklerin her birinde örgüt sözü, “ortak bir amacı ya da işi gerçekleştirmek için oluşmuş birlik” anlamının anlaşılmasını kolaylaştıracak bağlamlarda kullanılmıştır. Bir de TDK sözlüğündeki örneğe baklım:

“”Örgütteki dosyası da çoktan dürülmüştü.””

Birinci olarak “defteri dürülmek” deyiminin bozuk bir kullanımının yer aldığı tümcenin seçimi kendi başına bir olumsuzluktur.
İkinci olarak ‘örgütteki dosya’ tamlamasıyla vurgu örgütten çok dosyaya kaymaktadır. Örgüt ise tanımda geçen anlamından daha çok bulunulan yeri tanımlayan bir anlamla sınırlanmaktadır.
Toplama baktığınızda da, ortada; uzaklaştırma ve -en azından- kovulma çağrışımları olan bir vurgu önde durmaktadır. En iyimser yaklaşımla; “birinin örgütten uzaklaştırıldığını” düşünebiliriz. E, biz ne yapmaya çalışıyorduk: “Ortak bir amacı ya da işi gerçekleştirmek için bir araya gelenlerin oluşturduğu birliği” tek bir sözcük kullanarak karşılayabildiğimizi; “başka türlü yapılmayan şeylerin bir araya gelince yapılabilir olacağını anlatan” sözcüğü bir örnekle açıklama istiyorduk. Peki, böyle bir şeyi başarmış olduk mu? Çok açık yanıt: Hayır.

Türkçe’ye ve insanımıza kötülük yapmak istiyorsak işte böyle örnekler kullanabiliriz. Bu tür örnekler yardımıyla; “örgüt” sözcüğü ya anlaşılmaz ya yanlış anlaşılır ya da kullanmaktan çekinilen bir sözcük olarak kalır. Böylece birbirimizle iletişim kurmamız, “örgüt” sözcüğünü kullanmamız güçleşir.